13 Mayıs 2021 Perşembe

Kirazın Tadı ( Taste of Cherry)

 

1997 yapımı bir Abbas Kireostami filmi. Cannes film festivalinde altın palmiyeyi İmamura’nın Unağı adlı filmle paylaşmıştır.

İnternette çok araştırıyorum böyle az müzikli, durağan, güzel diyalogların geçtiği filmleri. Bu film de aynı türe hitap eden (kişiden kişiye değişir), beni çok etkileyen, düşündüren bir filmdi. Öncelikle şunu söylemeliyim filmin sonu yok. Yani filmin sonunda ana kahramana ne olacağını bilmiyoruz. Ana kahramanımız Ahmet, intihar etmek istemektedir. İntihar sebebini hiçbir şekilde film içerisinde bir sahnede göremiyoruz. Sadece ‘’Neden?’’ sorusuna verdiği cevap, bir inanç eleştirisi niteliği taşıyor.

‘’Sizler insan canını Allah’ın verdiğine ve aldığına inanıyorsunuz. Fakat bazen öyle bir an gelirki insan daha fazla devam edemeyeceğini anlar ve bu işi Allah’ın takdirine bırakmak istemez, bunun anlamsız olduğunu farkeder.  İşte o an harekete geçmeye karar verir. İntihar sözcüğünün sadece sözlüklerde yer alması için  var olan bir kelime olduğunu görür ve bunu anlayamazsınız. Bunun nedeni, anlama becerinizin olmaması değil, belki sadece merhamet duyarsınız ama anlayamazsınız, anlamayı düşünseniz bile benim gibi hissetmeniz mümkün değildir.’’


 İntiharını uyku hapıyla yapıp, belirlediği bir noktaya onu gömecek birini aramaktadır. Çukurunu bile hazırlamış bu arkadaş. Sadece üzerine birkaç kürek toprak atacak birini bulmak için çaba sarf ediyor. Film genel itibarıyla bir inşaat alanı etrafında ve araba içerisinde, ikili diyaloglar halinde devam ediyor. Bir iki kişiye ‘’Paraya ihtiyacın var mı?’’, ‘’Burada çalışmak zor olmuyor mu?’’, ‘’Geçimini buradan mı sağlıyorsun?’’ gibi sorular sorarak inceden meyilini belli etmek istemiştir. Fakat bu ilk teşebbüsleri olumsuz sonuçlanmıştır. Genel olarak dört karakter arasında sürüyor olay örgüsü. İnsanlara ‘’Biraz arabayla gezintiye ne dersin? Hem sohbet etmiş oluruz.’’ Diyerek arabasına davet ediyor.

 

Birinci davet ettiği kişi genç bir Kürt. İran’da askerliğini yapıyor. Ahmet bu çocuğun konuşmasına pek müsaade etmiyor. Zaten çocuk da işlerin tuhaflaştığını farkedip korkmaya başlıyor. Bu çocuğa intihar etmek istediğini söylüyor. Kesinlikle kabul etmiyor. Karşılığında uzun bir süre yetecek bir para da vereceğini söylüyor ve yine kabul etmiyor. Biraz umutsuzca yalvarıyor, çocuk kabul etmiyor. Umutsuzluğun verdiği öfkeyle taşlara tekme atıyor, sinirleniyor. Çocuk arabadan inip hızlıca koşarak uzaklaşıyor. Bu çocuk korkuyu temsil ediyor.

İkinci kişi inanç sahibi olan, medrese eğitimi almış bir Afganistanlı genç. Bu kişiyle tanışmadan önce inşaat şantiyesi güvenliğinden sorumlu bir başka Afganla tanışıyor. Bu kişiye aynı şekilde (Arabayla gezinti yapma bahanesiyle) sohbet teklifi ediyor. Şantiyeyi bırakamayacağını söylüyor bu kişi. Sonra az ileride başka bir kişi gören filmin baş kahramanı bu kişinin kim olduğunu sorguluyor. Şantiye güvenliğinden sorumlu kişi arkadaşı olduğunu ve birkaç günlüğüne tatil yapmak için yanına geldiğini söylüyor. Vakit kaybetmeden yanına uğruyor Ahmet bu kişinin. Arabayla seyehat teklifini kabul ediyor, kırmıyor Ahmet’i. Az biraz sohbet ettikten sonra intihar hakkında konuşuyorlar yukarıda söz ettiğim konuşma bu kısımda geçiyor. Sonra asıl teklifini sunuyor filmin baş kahramanı. İnancına, görüşlerine aykırı olduğu için reddediyor bu kişide. Para karşılığı yapacağı bu basit işi. (Ahmet’e göre basit olan işi.)

Üçüncü kişi ise umudu, yaşamın güzelliklerini ve daha nicelerini temsil eden Türk yaşlı bir adam. Bu adam kabul ediyor para karşılığında onu toprağa gömmeyi. Kabul etmesinin tek sebebi ise hasta olan çocuğunun tedavisi için gerekli olan parayı bu şekilde temin edebilecek olmasıydı. Bu Türk yardımcı ana kahraman, Ahmet’in gömüleceği yeri görüyor ve geri dönüş yolu için biraz uzun bir yoldan götürüyor. Bunun tek sebebi ise bence Ahmet’i biraz olsun intihar düşüncesinden vazgeçirmektir. Çünkü yol boyunca kendi yaşadıklarını anlatıyor. Havadisler anlatıyor. Fıkra anlatıyor ve şiir okuyor bunların hepsinin muhakkak Ahmet üzerinde etkisi oluyor çünkü adamı gideceği yere kadar götürüyor ve bir süre yol gittikten sonra geri dönüyor.

‘’Bana seslendikten sonra hemen üzerime toprak atma, iki tane taş at çukurun içine belki derin bir uykuda olurum. ‘’

‘’İki değil, üç hatta dört atarım.’’

‘’Gerekirse çukura eğil ve omzumdan silkele beni. Çünkü uyanmam zor olabilir.’’

‘’Merak etme, kafamı bile koparsalar ben tuttuğum sözü yerine getiririm. Şafak sökmeden orada olacağım ve inşallah seninle birlikte geri döneceğim.’’

Gibi bir konuşma dönüyor. Türk yardımcı kahraman araba yolculuğunda kendisinin de intihar etmek istediğini. Bir sabah, şafak sökmeden bir ip alıp ağaca bağlamayı, beceremediği için ağaca tırmanıp sıkı bir düğüm attığını anlatıyor. Sonra ağacın dut ağacı olduğunu fark ediyor. Bir tane dut yiyor, tadı çok hoşuna gidiyor. İkinci, üçüncüyü yiyor. Sonra güneşin doğuşunu izliyor. Uzaktan geçen, okula giden ufak çocukları görüyor. Bu çocukların birkaçı bu adamın yanına uğruyor. Ağacı biraz sarsmasını ve dutların dökülmesini rica ediyorlar. Ağacı sallıyor. Çocuklar büyük bir neşeyle yere dökülen dutları yemeye başlıyor. Sonra adam aşağı iniyor. Yere dökülen dutları toplayıp eve götürüyor eşinin daha uyanmamış olduğunu görüyor. Eşi uyanınca beraber o dutları yiyorlar ve ekliyor.

‘’Görüyorsun değil mi? Sadece bir dut, beni intihar düşüncemden vazgeçirdi ve hayatın yaşanılabilir olduğu düşüncesini iyice idrak ettim. ‘’

Ahmet: ‘’ Sen intihar düşüncenden vazgeçtin ama geçmişte yaşadıkların hiçbir zaman peşini bırakmayacak. Onlar hala aklında olacak ve aklını kemirecek. ‘’ gibi ithamlarda bulunuyor. (Buralar tam diyaloğu yansıtmayabilir. Kendi cümlelerimi kullandım. Hatırladığım kadarıyla yazıyorum. )

‘’ Evet geçmişte yaşadıklarım değişmedi ama benim düşünce yapım değişti. Daha pozitif düşündüm ve zamanla geçmişte yaşadığım her şeyi aştım ve şimdi ise buradayım.’’ Gibi bir söylemde bulunuyor.

 

Bunun haricinde bu Türk yaşlı adam, bir Türk fıkrası anlatıyor. Fıkra şu şekilde

‘’ Türk hasta doktora gider ve parmağıyla başına dokunduğunda ağrıdığını, koluna, bacağına göğsüne dokunduğunda ağrıdığını söyler. Doktor bakar inceler ve ‘ Ağrın vücudunda gösterdiğin o yerlerde değil, ağrın bizzat parmağındadır.’ Der. ‘’

Bu fıkra da konuşmayla ilgili asıl olarak şunu anlatır. Sorun sende değil. Sorun seni intihara meyil ettiren düşüncelerinde. Türk yaşlı adam, burada sorunun kaynağını filmin başkahramanının gözüne soka soka gösteriyor.

Son olarak bir şiirini bir dörtlüğünü okuyor ve bunu Türkçe okuyor.

‘’ Azizim uçtum gel

Dost bağrına düştüm gel

Yahşi günün kardeşi

Yaman güne düştüm gel.’’

Yine bu dörtlüğü okumasının tek sebebi, bu kişiyi intihardan vazgeçirmek olduğunu düşünüyorum.

En başta da bahsettiğim gibi filmin sonu yok. Yani sonda Türk adamın geldiğini veya Ahmet’in öldüğünü veya ölmediğini göstermiyor. Fakat film hakkında bir sürü teori atılmış. Çeşitli web sitelerde yaptığım araştırmalarda gördüğüm sadece bir teoriyi söylemek istiyorum. Bu teoriye göre film gizli bir kamerayla çekilmiş. Arabaya binen kişiler gerçek oyuncular değil. Hepsi birer sıradan insanlar. Sürücü koltuğuna bu insanların fark etmeyeceği şekilde bir kamera yerleştirilmiş ve tamamen realiteye bağlı konuşmaların geçtiği bir film çekilmiş olabilir. Günümüz sosyal deneyleri gibi düşünün. Çünkü final sahnesinde yönetmeni ve oradaki set ekibini vesaire görüyoruz sadece. Mantıksız bir final gibi gelebilir bu. Bana da öyle gelmişti ama final kısmını belki de paylaşmak istememişlerdir. Eğer bu yukarıda bahsettiği gibi bir teori var ise bu sonuncu adamın tepkisinin ne olduğunu göstermek istememişlerdir.

Nihayetinde böyle bir film çekmişler ve açıkçası beni etkiledi. Şahsi fikrim, düşünmeyi seviyorsanız, sakin bir gününüzde sabırla izleyebileceğiniz bir film.

2 yorum:

  1. Gayet ilgi çekici, güzel bir analiz olmuş. Emeğine sağlık ✨🍀

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim mutlu ediyorsunuz 🌸

    YanıtlaSil