1997 yapımı bir Abbas Kireostami filmi. Cannes film
festivalinde altın palmiyeyi İmamura’nın Unağı adlı filmle paylaşmıştır.
İnternette çok araştırıyorum böyle az müzikli, durağan, güzel
diyalogların geçtiği filmleri. Bu film de aynı türe hitap eden (kişiden kişiye
değişir), beni çok etkileyen, düşündüren bir filmdi. Öncelikle şunu
söylemeliyim filmin sonu yok. Yani filmin sonunda ana kahramana ne olacağını
bilmiyoruz. Ana kahramanımız Ahmet, intihar etmek istemektedir. İntihar
sebebini hiçbir şekilde film içerisinde bir sahnede göremiyoruz. Sadece ‘’Neden?’’
sorusuna verdiği cevap, bir inanç eleştirisi niteliği taşıyor.
‘’Sizler insan canını Allah’ın verdiğine ve aldığına inanıyorsunuz.
Fakat bazen öyle bir an gelirki insan daha fazla devam edemeyeceğini anlar ve
bu işi Allah’ın takdirine bırakmak istemez, bunun anlamsız olduğunu farkeder. İşte o an harekete geçmeye karar verir. İntihar
sözcüğünün sadece sözlüklerde yer alması için var olan bir kelime olduğunu görür ve bunu anlayamazsınız.
Bunun nedeni, anlama becerinizin olmaması değil, belki sadece merhamet
duyarsınız ama anlayamazsınız, anlamayı düşünseniz bile benim gibi hissetmeniz
mümkün değildir.’’
İntiharını uyku
hapıyla yapıp, belirlediği bir noktaya onu gömecek birini aramaktadır. Çukurunu
bile hazırlamış bu arkadaş. Sadece üzerine birkaç kürek toprak atacak birini
bulmak için çaba sarf ediyor. Film genel itibarıyla bir inşaat alanı etrafında
ve araba içerisinde, ikili diyaloglar halinde devam ediyor. Bir iki kişiye ‘’Paraya
ihtiyacın var mı?’’, ‘’Burada çalışmak zor olmuyor mu?’’, ‘’Geçimini buradan mı
sağlıyorsun?’’ gibi sorular sorarak inceden meyilini belli etmek istemiştir.
Fakat bu ilk teşebbüsleri olumsuz sonuçlanmıştır. Genel olarak dört karakter
arasında sürüyor olay örgüsü. İnsanlara ‘’Biraz arabayla gezintiye ne dersin? Hem
sohbet etmiş oluruz.’’ Diyerek arabasına davet ediyor.
Birinci davet ettiği kişi genç bir Kürt. İran’da askerliğini
yapıyor. Ahmet bu çocuğun konuşmasına pek müsaade etmiyor. Zaten çocuk da işlerin
tuhaflaştığını farkedip korkmaya başlıyor. Bu çocuğa intihar etmek istediğini söylüyor.
Kesinlikle kabul etmiyor. Karşılığında uzun bir süre yetecek bir para da
vereceğini söylüyor ve yine kabul etmiyor. Biraz umutsuzca yalvarıyor, çocuk
kabul etmiyor. Umutsuzluğun verdiği öfkeyle taşlara tekme atıyor, sinirleniyor.
Çocuk arabadan inip hızlıca koşarak uzaklaşıyor. Bu çocuk korkuyu temsil
ediyor.
İkinci kişi inanç sahibi olan, medrese eğitimi almış bir Afganistanlı
genç. Bu kişiyle tanışmadan önce inşaat şantiyesi güvenliğinden sorumlu bir
başka Afganla tanışıyor. Bu kişiye aynı şekilde (Arabayla gezinti yapma
bahanesiyle) sohbet teklifi ediyor. Şantiyeyi bırakamayacağını söylüyor bu kişi.
Sonra az ileride başka bir kişi gören filmin baş kahramanı bu kişinin kim olduğunu
sorguluyor. Şantiye güvenliğinden sorumlu kişi arkadaşı olduğunu ve birkaç
günlüğüne tatil yapmak için yanına geldiğini söylüyor. Vakit kaybetmeden yanına
uğruyor Ahmet bu kişinin. Arabayla seyehat teklifini kabul ediyor, kırmıyor Ahmet’i.
Az biraz sohbet ettikten sonra intihar hakkında konuşuyorlar yukarıda söz ettiğim
konuşma bu kısımda geçiyor. Sonra asıl teklifini sunuyor filmin baş kahramanı.
İnancına, görüşlerine aykırı olduğu için reddediyor bu kişide. Para karşılığı yapacağı
bu basit işi. (Ahmet’e göre basit olan işi.)
Üçüncü kişi ise umudu, yaşamın güzelliklerini ve daha
nicelerini temsil eden Türk yaşlı bir adam. Bu adam kabul ediyor para
karşılığında onu toprağa gömmeyi. Kabul etmesinin tek sebebi ise hasta olan çocuğunun
tedavisi için gerekli olan parayı bu şekilde temin edebilecek olmasıydı. Bu Türk
yardımcı ana kahraman, Ahmet’in gömüleceği yeri görüyor ve geri dönüş yolu için
biraz uzun bir yoldan götürüyor. Bunun tek sebebi ise bence Ahmet’i biraz olsun
intihar düşüncesinden vazgeçirmektir. Çünkü yol boyunca kendi yaşadıklarını
anlatıyor. Havadisler anlatıyor. Fıkra anlatıyor ve şiir okuyor bunların
hepsinin muhakkak Ahmet üzerinde etkisi oluyor çünkü adamı gideceği yere kadar
götürüyor ve bir süre yol gittikten sonra geri dönüyor.
‘’Bana seslendikten sonra hemen üzerime toprak atma, iki
tane taş at çukurun içine belki derin bir uykuda olurum. ‘’
‘’İki değil, üç hatta dört atarım.’’
‘’Gerekirse çukura eğil ve omzumdan silkele beni. Çünkü
uyanmam zor olabilir.’’
‘’Merak etme, kafamı bile koparsalar ben tuttuğum sözü
yerine getiririm. Şafak sökmeden orada olacağım ve inşallah seninle birlikte geri
döneceğim.’’
Gibi bir konuşma dönüyor. Türk yardımcı kahraman araba
yolculuğunda kendisinin de intihar etmek istediğini. Bir sabah, şafak sökmeden
bir ip alıp ağaca bağlamayı, beceremediği için ağaca tırmanıp sıkı bir düğüm
attığını anlatıyor. Sonra ağacın dut ağacı olduğunu fark ediyor. Bir tane dut
yiyor, tadı çok hoşuna gidiyor. İkinci, üçüncüyü yiyor. Sonra güneşin doğuşunu
izliyor. Uzaktan geçen, okula giden ufak çocukları görüyor. Bu çocukların
birkaçı bu adamın yanına uğruyor. Ağacı biraz sarsmasını ve dutların dökülmesini
rica ediyorlar. Ağacı sallıyor. Çocuklar büyük bir neşeyle yere dökülen dutları
yemeye başlıyor. Sonra adam aşağı iniyor. Yere dökülen dutları toplayıp eve
götürüyor eşinin daha uyanmamış olduğunu görüyor. Eşi uyanınca beraber o dutları
yiyorlar ve ekliyor.
‘’Görüyorsun değil mi? Sadece bir dut, beni intihar
düşüncemden vazgeçirdi ve hayatın yaşanılabilir olduğu düşüncesini iyice idrak
ettim. ‘’
Ahmet: ‘’ Sen intihar düşüncenden vazgeçtin ama geçmişte
yaşadıkların hiçbir zaman peşini bırakmayacak. Onlar hala aklında olacak ve aklını
kemirecek. ‘’ gibi ithamlarda bulunuyor. (Buralar tam diyaloğu yansıtmayabilir.
Kendi cümlelerimi kullandım. Hatırladığım kadarıyla yazıyorum. )
‘’ Evet geçmişte yaşadıklarım değişmedi ama benim düşünce
yapım değişti. Daha pozitif düşündüm ve zamanla geçmişte yaşadığım her şeyi
aştım ve şimdi ise buradayım.’’ Gibi bir söylemde bulunuyor.
Bunun haricinde bu Türk yaşlı adam, bir Türk fıkrası
anlatıyor. Fıkra şu şekilde
‘’ Türk hasta doktora gider ve parmağıyla başına dokunduğunda
ağrıdığını, koluna, bacağına göğsüne dokunduğunda ağrıdığını söyler. Doktor
bakar inceler ve ‘ Ağrın vücudunda gösterdiğin o yerlerde değil, ağrın bizzat
parmağındadır.’ Der. ‘’
Bu fıkra da konuşmayla ilgili asıl olarak şunu anlatır.
Sorun sende değil. Sorun seni intihara meyil ettiren düşüncelerinde. Türk yaşlı
adam, burada sorunun kaynağını filmin başkahramanının gözüne soka soka
gösteriyor.
Son olarak bir şiirini bir dörtlüğünü okuyor ve bunu Türkçe
okuyor.
‘’ Azizim uçtum gel
Dost bağrına düştüm gel
Yahşi günün kardeşi
Yaman güne düştüm gel.’’
Yine bu dörtlüğü okumasının tek sebebi, bu kişiyi intihardan
vazgeçirmek olduğunu düşünüyorum.
En başta da bahsettiğim gibi filmin sonu yok. Yani sonda
Türk adamın geldiğini veya Ahmet’in öldüğünü veya ölmediğini göstermiyor. Fakat
film hakkında bir sürü teori atılmış. Çeşitli web sitelerde yaptığım araştırmalarda
gördüğüm sadece bir teoriyi söylemek istiyorum. Bu teoriye göre film gizli bir
kamerayla çekilmiş. Arabaya binen kişiler gerçek oyuncular değil. Hepsi birer
sıradan insanlar. Sürücü koltuğuna bu insanların fark etmeyeceği şekilde bir
kamera yerleştirilmiş ve tamamen realiteye bağlı konuşmaların geçtiği bir film çekilmiş
olabilir. Günümüz sosyal deneyleri gibi düşünün. Çünkü final sahnesinde
yönetmeni ve oradaki set ekibini vesaire görüyoruz sadece. Mantıksız bir final
gibi gelebilir bu. Bana da öyle gelmişti ama final kısmını belki de paylaşmak
istememişlerdir. Eğer bu yukarıda bahsettiği gibi bir teori var ise bu sonuncu
adamın tepkisinin ne olduğunu göstermek istememişlerdir.
Nihayetinde böyle bir film çekmişler ve açıkçası beni etkiledi.
Şahsi fikrim, düşünmeyi seviyorsanız, sakin bir gününüzde sabırla
izleyebileceğiniz bir film.










Gayet ilgi çekici, güzel bir analiz olmuş. Emeğine sağlık ✨🍀
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim mutlu ediyorsunuz 🌸
YanıtlaSil